DOLAR 34,7287 0.1%
EURO 36,4320 -0.88%
ALTIN 2.948,43-0,44
BITCOIN 33754990,13%
Mersin
11°

AÇIK

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Yazar Alperen Anık İle Söyleşiler…

Yazar Alperen Anık İle Söyleşiler…

ABONE OL
30 Ağustos 2024 20:35
Yazar Alperen Anık İle Söyleşiler…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yazar Alperen Anık İle Söyleşiler…

 

 

1-) Alperen Bey davetimizi kırmayıp röportaj yapmayı kabul ettiniz, hoşgeldiniz. Bugün size sormak istediğim bazı sorular olacak ama öncelikle hepimizin merak ettiği soruyla başlamak istiyorum. Yazma süreciniz nasıl başladı?

 

Merhabalar. Öncelikle bana bu imkânı sunduğunuz için ben teşekkür ediyorum, Şöyle ki; Yazma sürecim, aslında her insan gibi kendimi bilmeye ve öğrenmeye başladığım zamanlarda başladı. Yani herkesle aynı zamanda. Çünkü bana göre her insan bir şekilde; doğrudan veya dolaylı olarak “Bir Yazma Süreci” içerisindedir aslında. Ve bu yazma sürecini kalıcı hale getirmek için eline kalem alınması gerekiyor sadece.

“Sınıfta ders işlerken okula baskın düzenleyen kötü niyetli kişileri etkisiz hale getirmek ve kahraman olmak” gibi bir fanteziyi hayal etmek de yazma sürecinin bir aşamasıdır bana göre.(Bunu birçok kişinin yaptığına eminim) Bu düşünceyi kurgu ve betimlemelerle süslediğimizde ise “Yapı” dediğimiz şey ortaya çıkıyor zaten. Bu anlamda benim yazma sürecim ortaokul çağlarımda başladı. O dönemler fabl ve öyküler yazardım. Ardından karikatür çizimleri yapmaya da başladım. Üniversite dönemine kadar da kendim için bir şeyler karaladım durdum. Tabii sonra yazdığım tüm bu kaynakları kaybettim ama olsun. Benim için, bir çok anlamda güzel tecrübeler olarak kalmıştı.

Üniversite yıllarımda da kısa film, belgesel, dizi ve tiyatro metinleri yazmıştım. “Şu an, o yazılarım, neredeler ve ne yaparlar bilemiyorum. Ama umarım iyidirler” diye bir ah da çekmek isterim.

Tabi ki sonrasında üniversiteyi bitirme telaşı ve askerlik süreçlerinde, biraz geri kalmam gerekti. Sonrasında ise; yayımladığım ilk kitap olan Kızıl Panthera serisini yazmaya başladım.

 

2-) Yazarken neler hissediyorsunuz, size ilham olan şeyler neler, Türk edebiyatında idol olarak gördüğünüz yazarlar var mı?

 

Yazarken kendimi, mevcut dünyadan soyutlanmış bir varlık gibi hissediyorum. Tüm insanî kaygılarımdan ve huzursuzluğumdan arınmış, üçüncü bir bakış açısıyla dünyada gezinen bir gezgin gibi görüyorum. Varoluş amacımın, o an için sadece “O dünyayı anlatmak” olduğuna inanıyorum. Bazen bu durum için “Rehberim” demek de istemiyor değilim. Yani yazdığım dünya ile mevcut dünya arasındaki bir köprü veya rehber olarak görüyorum kendimi.

Çünkü bu dünyayı yazmak için, mevcut dünyayı kullanıyorum. Tabi ki bunları, iki dünya arasında kalan, yetişen ve harmanlanan bir kişi, karakter ve düşünce ile yapıyorum. (Sonuçta ben de bu dünyada büyüdüm ve yetiştim) Yani sonuca baktığımızda, “Enerjinin sonsuz döngüsü” gibi “Düşüncenin sonsuz döngüsü” içerisinde kavruluyorum. Bunu yapmak için de en büyük ilham kaynağımı, yani bu dünyayı kullanıyorum.

İdol veya favori yazarım var elbette. Gerek buluştuğum ortak paydalardan, gerek yazdığı muhteşem eserlerden.

Benim asıl mesleğim İnşaat Mühendisliğidir. Ve benim asıl mesleğim İnşaat Mühendisliğidir. Ve askerliğimi de Yedek Subay olarak yapmıştım. Tıpkı Oğuz Atay gibi. Ama tabi ki bunlar, benim içimi gülümseten rastlantılardır.

Oğuz Atay bana göre yazdığı kitaplarda, içindeki yaşadığı buhran ve karmaşık düşünceleri ve hisleri okuyucusuna aktarmayı başarabilen nadir yazarlardandır. Bu yüzden idol olarak onu adını söylemek ve yâd etmek isterim. Daha fazla derine girip uzun cümleler kurmak istemem açıkçası. Çünkü buna girince duramayacağımı bilirim. O yüzden onu saygıyla anmak isterim sadece.

 

3-) Yazmış olduğunuz kitaplarınızın türü ve konusu nedir, içeriğinden bahseder misiniz?

 

Açıkçası kitaplarımın özetini veya içeriğini anlatmaya çalışmak benim için çok zor bir durum olmuştur her zaman. Çünkü bana göre basılan kitaplar, serinin en kısa özetleridir zaten. Bundan daha asgariye indirilmesi demek, benim için kitabın anlamının bozulması anlamına gelir. Ama yine de sizler için dünya içinde bahsi sürekli geçen bir ırkı anlatabilirim. Bu şekilde, yazılan kitabın içeriğini az çok tahmin edebilirsiniz;

Öncelikle “Bürküt” kavramı, Orta Asya Türk Mitolojilerine dayanan bir efsanedir. Bir çok anlatımı ve tasviri olsa da kesin bir anlatımı yoktur. Bu mitolojik varlığın en çok bilinen özelliği ise “Çift Başlı Kartal” olmasıdır. Hatta Roma ve Selçuklu İmparatorluklarında sık sık motif olarak da kullanılmıştır. İşte tam olarak bu noktada; mensubu olduğum Türk mitolojisini, tarihin tozlu raflarında arasından çıkartmak istedim ve bu efsaneyi kendimce canlandırmak. Bu yüzden de kitabımda büyük role sahip olan Bürküt ırkını yazdım. Tabi ki Bürküt ırkından da biraz bahsedeceğim. Bürküt ırkı; Gröyst topraklarında yaşayan kuzey halkının çocuklarıdır temelinde. Ama tabi ki hiçbir şey, o kadar da basit değil bu dünyada. Çünkü Gröyst topraklarında doğan çocukların bazıları, “İkiz doğanlardır.” Her Artut Akışında, (Artut gezegeninin tutunma yaşadığı zamandır) zaman durur ve aynı anda, iki farklı evde, iki çocuk doğar. Kan bağı veya cinsiyet farketmeden doğan bu iki çocuk, birbirlerinin düşüncelerini okuyabilir, acılarını hissedebilir, gördüklerini görebilir. Eğer birisi ölürse, diğeri de ölür. Ve altı yıl boyunca birbirlerini görmeden konuşur, anlaşır ve acılarına ortak olurlar. Farklı ailelerden gelseler de kardeş olurlar. Altı yaşına geldiklerinde ise “Kule” denilen yerde birbirleriyle tanıştırılıp yan yana eğitime başlarlar. Ve oldukça zor eğitimlerden geçerler. O eğitimlerden sağ çıkabilenler ise ‘Bürküt’ olur, dış dünyaya salınır. İstedikleri gibi davranıp, doğanın hizmetinde yaşarlar. Bu arada bir noktanın altını çizmek isterim. Bürkütlerin yaptığı şeyler, kanlı ve zalimce göründüğü için diğer halklar ve ırklar Bürkütlerden korkar. Ama Bürkütlerin yaptığı şeyler, her zaman iyi şeylere dönüşür. Hatta kendilerinden “Bizler, karanlığın içindeki ışığız” diye bahsederler.  Yani onlar, doğanın dengesini korumak için, içgüdüsel olarak avlanan savaşçılardır. Açıkçası bu anlatım karışık gelse de kitabı okudukça, ne demek istediğimi tam olarak anlayabilirsiniz. Çünkü bunun ayrımını yapabilmek için çok uğraşmıştım. Ayrıca benim için önemli olan bu ırkın kötü olarak anılmasını istemem tabii ki.

Ha bir de söz konusu dünyayı yöneten, Yedi Büyük Krallığın içinde, benim için en favori olan Antlar Krallığı vardır. Bundan da biraz bahsetmek isterim. Özellikle ikinci kitapta sık sık yer verdiğim bir krallıktır.

Antlar Krallığı, “Akıncı” dedikleri, atlı savaşçılarıyla bilinen, Bozkırda yaşayan, gururlu ve güçlü bir krallıktır. Tabi ki sizin de aklınıza gelen ilk düşünce gibi Orta Asya Türklerini anımsatıyor biraz. Ki öyledir de. Ama tabi ki bu kadarla sınırlı değil. Yine Türk Mitolojilerinde bahsi geçen bir çok varlığa da eserimde yer verdim. Özellikle ikinci kitapta; Eski Türk Mitolojilerine konu olan Emegen, Endebit, İtbarak, Albis, Hırtlak ve hatta Abra ve Yutpa gibi varlıkların yeniden doğmasını kendi dünyamla harmanladığıma inanıyorum.

Açıkçası artık Türk mitolojisinin yükselmesini ve canlanmasını istiyorum. Çünkü gerçekten de inanılmaz değerli bir hazineye sahibiz. Ve bunu en azından sanat yoluyla daha da değerlendirebiliriz. Tarihin tozlu raflarına ışık tutabiliriz. En azından ben, bu konuda elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Bu arada şunu da eklemek isterim ki; Kitabın içinde var olan ve okuyucuyu için travma sebebi olacak kadar fazla isim ve bilgi geçmektedir. Yeni bir dünya olduğu için de bana göre bu durum oldukça normaldir. Bu yüzden birinci kitabın en arka sayfasında, söz konusu dünyanın haritasını, ikinci kitapta ise hem haritasını hem de o dünyanın ansiklopedisini bıraktım. Bu sayede okumanın daha zevkli ve kolay olacağını umuyorum.

 

4-) Şuan çıkarmayı planladığınız başka bir kitap projeniz var mı, sizi okuyanlara spoiler vermek ister misiniz ?

 

Evet. Yazmak istediğim ve düşündüğüm çok fazla proje var. Ama önceliğim, elimdeki işi (Kızıl Panthera Serisini) bitirmek tabii ki. Sonrasında ise Distopik bir romanı kaleme almayı düşünüyorum. İçeriği hakkında bilgi vermek, şu an için yanlış olur açıkçası.

 

5-) Son olarak Türk gençlerine ve kitap tutkunu okurlara söylemek istediğiniz bir şey var mı?

 

Evet, aslında var. Artık “Fotoğraflarımıza değil, aynalarımıza bakma” zamanının geldiğini söylemek istiyorum. Bunu söylememde çok fazla anlam olsa da düşüncelerimi yüzeysel olarak kısaca ifade etmeye çalışacağım.

Değişim ve gelişimin ilk anahtarı, bana göre kabulleniştir. Ancak varlığı ve sorunu kabul eden kişiler, değişime ve gelişime açık olurlar.

Bu anlamda; halkımızın, kültürümüzün ve doğamızın ve sokak hayvanlarının, ormanların, dağların, bayırların, göllerin ve denizlerin, kısaca bize ait olan, bizim de ait olduğumuz tüm değerlerin, saygının ve sevginin ve hatta tarihimizin zamanla eridiğini, zarar gördüğünü ve yok olmaya yüz tuttuğunu görüp kabul etmeliyiz. Ve bunları korumak için elimizden geleni de yapmalıyız. Kendimizi mükemmel görsek de aslında söz konusu durumun öyle olmadığını kabul etmeliyiz. Çünkü yaşadığımız her sorunda, doğrudan veya dolaylı olarak bizim de parmak izimiz vardır.

Bu yüzden artık üstümüze çöken elem toprağını devirip, ayağa kalkmalıyız. Her anlamda kendimizi ve çevremizi değiştirmeli, geliştirmeliyiz. Kendimize daha iyi bir dünya sunmak için birlikte çalışmalıyız. Ve bu çalışmayı da ortak paydalarda buluşarak yapmalıyız. Kimin elinden ne iş geliyorsa onu yapmalı. Kimi yazmalı, kimi de okumalı. Kimileri şarkılar  söylemeli. Kimileri de söylenen şarkılara alkış tutmalı. Dağlarda çoban gezmeli, bağlarda ve bahçelerde çiftçi olmalı. Hukukçular hakkı savunmalı, mühendisler medeniyetleri yürütmeli. Öğretmenler yeni nesli bizden daha iyi yetiştirmeli. Kimileri de sadece anne ya da baba olmalı mesela. Dost, arkadaş, ahbap ve sevgisi olan ve buna değer veren çocuklar yetiştirilmeli. Saygıyı, hürmeti, cömertliği, dürüstlüğü ve empatiyi bilen, doğru dürüst bir toplum yaratılmalı. Ya da daha doğrusu, eskiden var olan o toplumu, yeniden diriltmeli.

Aynalara bir kez daha bakıp, kanlı gözlerimizin ardında saklanan gerçekleri arzulamalı ve onlara doğru koşmalıyız.

Ama işte tüm bunlar hep birlikte yapılmalı. En azından bunun için çabalamalı. Yoksa kaybedecek neyimiz kaldı ki? Açıkçası bu röportajdan çok zevk aldığımı belirtmek istiyorum. Gerçek anlamda teşekkür ediyorum. “Tekrar görüşmek dileğiyle” diye sözüme son veriyorum.

 

 

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.